Yaşam bir kapıyı kapattığında ileride sana daha büyük bir kapı açacağını unutma. Umutlarından, inancından sakın vazgeçme. Üzüntülerinin yarınlarını,umutlarını asla yok etmesine izin verme.Etrafındaki asalaklara aldırmadan; Hayattan keyif alıp mutlu olmasını öğrenmelisin.Bunun için sihirli bir değneğin size dokunmasına gerek yok. Hayatta olmanız, nefes alıyor olmanız, mutlu olmaya karar vermiş olmanız ve ahmaklara kulaklarınızı kapamış olmanız yeterli. Özgüveni düşük olanlar her zaman kötüyü görüp kötüye yoğunlaşır.Özgüveni yüksek olanlar hayattan zevk almayı, mutlu olmayı,mutlu etmeyi, her ne olursa olsun iyi görmeyi, pozitif olmayı düşünür ve yaşamında uygularlar.Sizlerde pozitif olun.Hiç bir olumsuz düşünceyi zihninizde barındırmayın.Geçmişinize üzülüp gelecek için kaygılanmayın,gününüzü yaşayın.Allah’a inanıp sabırlı olun. Gün oldu bende kaybettiklerime üzüldüm.Gün oldu iyi ki kaybetmişim diye sevindim.Bazen ne yapacağımı şaşırdım.Bilmeden,tanımadan düşmanlarıma inanıp düşmanlarıma sarıldım.Çektiğim,yaşadığım sıkıntılar bana bir ders verdi, kendime sarılmayı öğretti. Ellerinle beslediğin, giymeyip giydirdiğin,yemeyip yedirdiğin, hasta olduğunda günlerce başında beklediğin, yaşama sebebim dediğin, üzerine titrediğin, sırtında taşıdığın, bütün fedakârlıkları yaptığın sevdiklerin sana iftiralar atarak çok ucuza satabiliyormuş.Seni terk edebiliyormuş.Bunu geç de olsa öğrendim.Bunların bana getirisi bazı yanlışlarımı görmem oldu.Dostlarımın kim olduğunu, dost görünenlerin kim olduğunu anladım.Bazen için için ağladım. Ağlarken bile çevreme gülebildim.Fırtınalar koptu içimde.Bir cehennem gibi yandı yüreğim.Bir yanardağ oldum ama lav püskürmedim.Gereksiz insanlara yada benim insan bildiklerime verdiğim gereksiz ilgiyi,sevgiyi fark ettim. İnsanların değişemeyeceğini, asılları neyse gün olup kendilerine döneceklerini ve bana değer vermeyenler için kılımı kıpırdatmamam gerektiğini düşündüm.Unutulmaktansa unutmayı geç de olsa öğrendim.Belki kısa zamanda düşünüldüğündeüzülen,yalnız kalan benim ama bu süreci yaşamımızda uzun vadede düşünürsek kimsenin yanına kalmayacağını, her insanın yaptıklarının cezasını çekeceğine inanırsak mutlulukların eninde sonunda sabırla acı çekenlerin yanında olduğunu göreceğiz inşallah. Şükürler olsun yepyeni hayatımda beni üzenleri silip geçmişi unutarak yeni bir sayfa açtım.En önemlisi de sabrı öğrendim.Hatalarımla,doğrularımla beni kabul eden onca insanın varlığının yanında, üç beş tane şerefsizin lafı bile olmayacağını öğrendim Artık onlar için üzülmemeyi,benimde böyle imtihan edildiğimi öğrendim. Birçok peygamberlerin başına neler gelmiştir; Kiminin kolu kesildi, kiminin kafası, kiminin gövdesine kurt düştü,işkencelere maruz kaldılar.Allah’ın insanlara gönderdiği son elçisi Hazret-i Muhammed Mustafa (sav) peygamber efendimizin dişi kırıldı,yüzüne tükürüldü hakaret edildi. Hâşâ biz kimiz ki! Dünyadaki bütün insanlar imtihandadır ancak sabredenler mükâfatını alır.Allah bizleri sabreden kullarından eylesin inşallah.
9 Ağustos 2012 Perşembe
KENDİME SARILMAYI ÖĞRENDİM
Yaşam bir kapıyı kapattığında ileride sana daha büyük bir kapı açacağını unutma. Umutlarından, inancından sakın vazgeçme. Üzüntülerinin yarınlarını,umutlarını asla yok etmesine izin verme.Etrafındaki asalaklara aldırmadan; Hayattan keyif alıp mutlu olmasını öğrenmelisin.Bunun için sihirli bir değneğin size dokunmasına gerek yok. Hayatta olmanız, nefes alıyor olmanız, mutlu olmaya karar vermiş olmanız ve ahmaklara kulaklarınızı kapamış olmanız yeterli. Özgüveni düşük olanlar her zaman kötüyü görüp kötüye yoğunlaşır.Özgüveni yüksek olanlar hayattan zevk almayı, mutlu olmayı,mutlu etmeyi, her ne olursa olsun iyi görmeyi, pozitif olmayı düşünür ve yaşamında uygularlar.Sizlerde pozitif olun.Hiç bir olumsuz düşünceyi zihninizde barındırmayın.Geçmişinize üzülüp gelecek için kaygılanmayın,gününüzü yaşayın.Allah’a inanıp sabırlı olun. Gün oldu bende kaybettiklerime üzüldüm.Gün oldu iyi ki kaybetmişim diye sevindim.Bazen ne yapacağımı şaşırdım.Bilmeden,tanımadan düşmanlarıma inanıp düşmanlarıma sarıldım.Çektiğim,yaşadığım sıkıntılar bana bir ders verdi, kendime sarılmayı öğretti. Ellerinle beslediğin, giymeyip giydirdiğin,yemeyip yedirdiğin, hasta olduğunda günlerce başında beklediğin, yaşama sebebim dediğin, üzerine titrediğin, sırtında taşıdığın, bütün fedakârlıkları yaptığın sevdiklerin sana iftiralar atarak çok ucuza satabiliyormuş.Seni terk edebiliyormuş.Bunu geç de olsa öğrendim.Bunların bana getirisi bazı yanlışlarımı görmem oldu.Dostlarımın kim olduğunu, dost görünenlerin kim olduğunu anladım.Bazen için için ağladım. Ağlarken bile çevreme gülebildim.Fırtınalar koptu içimde.Bir cehennem gibi yandı yüreğim.Bir yanardağ oldum ama lav püskürmedim.Gereksiz insanlara yada benim insan bildiklerime verdiğim gereksiz ilgiyi,sevgiyi fark ettim. İnsanların değişemeyeceğini, asılları neyse gün olup kendilerine döneceklerini ve bana değer vermeyenler için kılımı kıpırdatmamam gerektiğini düşündüm.Unutulmaktansa unutmayı geç de olsa öğrendim.Belki kısa zamanda düşünüldüğündeüzülen,yalnız kalan benim ama bu süreci yaşamımızda uzun vadede düşünürsek kimsenin yanına kalmayacağını, her insanın yaptıklarının cezasını çekeceğine inanırsak mutlulukların eninde sonunda sabırla acı çekenlerin yanında olduğunu göreceğiz inşallah. Şükürler olsun yepyeni hayatımda beni üzenleri silip geçmişi unutarak yeni bir sayfa açtım.En önemlisi de sabrı öğrendim.Hatalarımla,doğrularımla beni kabul eden onca insanın varlığının yanında, üç beş tane şerefsizin lafı bile olmayacağını öğrendim Artık onlar için üzülmemeyi,benimde böyle imtihan edildiğimi öğrendim. Birçok peygamberlerin başına neler gelmiştir; Kiminin kolu kesildi, kiminin kafası, kiminin gövdesine kurt düştü,işkencelere maruz kaldılar.Allah’ın insanlara gönderdiği son elçisi Hazret-i Muhammed Mustafa (sav) peygamber efendimizin dişi kırıldı,yüzüne tükürüldü hakaret edildi. Hâşâ biz kimiz ki! Dünyadaki bütün insanlar imtihandadır ancak sabredenler mükâfatını alır.Allah bizleri sabreden kullarından eylesin inşallah.
18 Haziran 2012 Pazartesi
HERŞEYİ YARATAN ZİHİNDİR
Bizlerde kendi yaşamımızda bir yeniden doğuş süreci neden yapmayalım. Başarabilmemiz için tek yapacağımız bizleri üzen mutsuz eden anılarımızdan kurtulmak.
Büyük üstat Necip Fazıl KISAKÜREK bir gün yolda giderken eski arkadaşlarıyla karşılaşır. Arkadaşları hadi Necip biz içmeye (Alkol almaya) gidiyoruz, gel beraber gidelim derler. Büyük üstat kendilerine sizlere afiyet olsun, ben bıraktım içmiyorum, siz gidin der. Eski arkadaşları ısrarla hadi ya biz senin geçmişini de biliyoruz hadi gidelim derler. Büyük üstat derki ben geçmişimi ve geçmişimdeki yaşadığım ne kadar olumsuzluklar varsa toplayıp çöpe attım. Çöpleri karıştıranlar kedilerdir, köpeklerdir der. Güzel insanlar her zaman geçmişimizi düşünüp geçmişle yaşarsak hep olumsuzluklar yaşarız. Neden kendimizi değiştirmiyoruz. Zaman hızla ilerliyor. Hep olumsuzluklar yaşamış olabiliriz. Sıkıntılar, aldatmalar, ihanet, hastalık, ölüm vs gibi. Ancak hayatın devam ettiğini unutmamak gerekir. Yaşamda tek gerçek olan insanın kendisidir. Var olduğun sürece, güçlüysen, ayaktaysan varsın. Kendini bıraktığında etrafındaki leş kargalarının çoğaldığını, seni parçalamak için fırsat kolladıklarını görürsün. Etrafında ki bu leş kargalarına fırsat verme. Hayata pozitif bak. Kendini değiştir. Sen mutlu olduğunda seni sevenlerinde mutlu olacağını, enerji dolu, huzurlu olacağını unutma. Seni sevenleri ve de sevdiklerine haksızlık etmemek için karar verip değişeceksin. Nasıl der gibisiniz. Her insanın derdi kendine büyüktür. Dünyadaki bütün insanların mutlaka kendilerine göre dertleri vardır. Her zaman haline şükür edeceksin. Allah’a inanacaksın. Hayrın ve de şerrin Allah’tan geldiğine inanırsak, bizlerden yüksekte olanlara değil de bizim yerimizde olmak isteyen insanlara baktığımızda sorunlarımızla baş edebiliriz. Eğer ki bir gözün görüyorsa iki gözü olana bakmayacaksın. hiç görmeyen, âmâ olanları gör. Haline şükür edersin. Sadece yapacağımız; şükür etmek , çaba sarf ettiğimizde, inanarak inatla üzerine gittiğimizde olumsuzluklardan sıyrılabiliriz. Olumlu düşündükçe pozitif enerji yaydığınızı göreceksiniz. Yaşam ve de insanlar yankı gibidir. Ne istersen sana onu verir. Her şeyi yaratan zihindir. Bir gün adamın biri köylüye sorar. İneğin kaç kilo süt veriyor ? der. Köylü ineğim hiç süt vermez. Sütü ondan sizin almanız gerekir der. Yaşamda öyledir güzel insanlar… Yaşam size bir şey vermez sizin almanız gerekiyor. Neye inanırsak, neyi hayal edersek o olur. Donmuş gıda üretimi yapan bir firmada oda büyüklüğünde soğutucu varmış. İçerideki sıcaklık seviyesi genellikle eksi on beş derece civarında olurmuş. Akşam vardiyası gece yarısı on ikide sona erermiş. On ikiye beş kala bütün işçiler hazırlanmaya gitmişler. Bir işçi hariç. Bu işçi soğutucudaki işini bitirdikten sonra soğutucudan çıkacağı anda kapı üzerine kapanmış. Kapı ancak dışarıdan açılmaktaymış. Bağırıp kapıya vurmaya başlamış. Saatlerce kimseye sesini duyuramamış, titremeye başlamış. Fabrikaya ilk işçiler sabah altıda geliyorlarmış. Adamın daha fazla dayanacak gücü kalmamış. Cebindeki kalemi çıkartıp düşüncelerini yazmış. Sabah vardiyasındaki işçiler gelip soğutucuya girdiklerinde cesetle karşılaşmışlar. Yanındaki notta donarak ölmek üzere olduğu yazıyormuş. Şaşırtıcı olan, soğutucunun bozuk olması nedeniyle son 36 saattir çalışmıyor olmasıymış. Termometre içerdeki sıcaklığı on sekiz derece olarak gösteriyormuş. Gerçekte neler olduğunu anlamak için cesedi otopsiye yollamışlar. Doktorlar verilere göre adamın fiziksel olarak donduğunu söylemişler. Yani sıcaklığın eksi on beş derecede olmasıyla on sekiz derece olup, bizim eksi on beş derece olduğuna inanmamızın üzerimizde oluşturacağı etki arasında hiçbir fark yoktur. Bu nedenle her şeyi yaratan zihindir. Çevrenize bakıp da olumsuz olanları almayın, duymayın. Sakin ve geniş düşünün. Bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef çok yüksek, yalın, dik bir dağın tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa ve gazeteciler de bu yarışı izlemek için oraya toplanmışlar ve yarış başlamış. Seyirciler aralarında, hiç birinin bunu başaramayacağını dağın tepesine çıkamayacağını konuşuyorlarmış. Seyirciler başlamışlar bağırmaya. Geri dönün, düşersiniz. Bir yerinizi kıracaksınız, başaramazsınız. Kurbağalar sesin geldiği tarafa döndüklerinde, dizlerinin titrediğini başaramayacaklarını düşünerek teker teker düşmeye başlarlar. Oradaki seyirciler, bak biz demiştik. Başaramazsınız. Neyse ki Allah’tan yol yakınken düştünüz. Ya çok ileride düşseydiniz ne olurdu. Düşen kurbağalarda evet sanırım ölürdük ya da sakat kalırdık derler. Eğer ki güzel insanlar uçmak istiyorsan düşmeyi de bileceksiniz. Ancak içlerinde biri inatla ilerliyor seyirciler (ahmaklar) ona da geri dön düşeceksin, başaramazsın, bir yerini kıracaksın der dururlar. Aldırış etmeyen kurbağa zorluklara, engellere, çevrenin baskısına rağmen yarışı tamamlar. Dağın zirvesine tek başına çıkar, başarmıştır. Etrafta alkış sesleri, bravo biz biliyorduk senin başaracağını (sahtekârlar fırsat bulunca ot misali karşında çoğalırlar) demeye başlarlar. Bu arada nasıl başardığını merak ederler. Gazeteciler ve seyirciler yanına gelip yarışı kazanan kurbağaya sorarlar: nasıl başardınız? Bu kadar önünüzde engeller, olumsuzluklar varken. Arkadaşlarınız tek tek düşerken hiç korkmadınız mı düşmekten, başarısız olmaktan derler. Ancak kurbağa onları duymuyordu onun içinde cevap veremiyordu. Çünkü dağın zirvesine çıkan başarılı olan kurbağa sağırmış. Sizlerde güzel insanlar olumsuz düşünen korkak, kıskanç, ahmak insanları duymayın. Her başarılı insanın karşısında mutlaka başarısız yaratıklar vardır. Geçen gün başımdan geçen kısa bir olayı siz güzel insanlarla müsaade ederseniz paylaşayım. Çok sevdiğim arkadaşım Kamil Yılmaz’la öğle yemeği için kampus dışına çıkmaya karar verdik. Gerçi saat 13.00 olmuştu. Mesaimizin başlamasına yarım saat kalmıştı. En azından yemeğimizi paket yaptırıp alıp gelmeyi düşündük. Kampus içinde giderken bir kız çocuğu (öğrenci) gördük. Elinde kocaman, içi dolu iki valiz vardı. Belliki okul tatil olmuş memleketine gidiyordu. O kadar yorulmuş ki adım atacak takati kalmamıştı. Bunu fark ettim. Her zamanki gibi bir insan olarak, yanına yaklaşarak, kızım sanırım çok yoruldunuz. Gidecek yolunuz da bir hayli var. Köprü çalışması olduğu içinde yollar kapalı. Otobüs durağına tek başınıza gitmeniz çok zor. Size yardım edeyim mi? deyince kız gözleriyle sanki mahcup ve utangaç bir şekilde, dudakları titreyerek lütfen dedi. Valizi alıp yürümeye başladık. Bu sırada karşımızda iş arkadaşlarımla karşılaştık. Beni kızla beraber gördüklerinde gülerek kafalarını sallayıp selam verip geçtiler. Anlamıştım yanlış düşünceye kapıldıklarını. Benim için onların ne düşündüğü hiç de önemli değildi. Benim düşüncem önemliydi. Neyse uzatmayayım çocuğu otobüse kadar götürdüm. İnanın ter içinde kaldım. Havalarda çok sıcaktı. Olsun hiç de önemli değildi benim için. Çocuk bana dönüp Allah razı olsun abi demişti. Bundan güzel bir şey olabilir miydi? Her insana bu söz nasip olabilir mi? Çok şükür ben bu sözleri çok duydum. Allah’ıma şükürler olsun. Allah’ımda bana bu sözleri daim ettirsin inşallah. İş yerine döndüğümde tabi geç kalmıştım saat 14.00 ü geçiyordu. Yolda karşılaştığım arkadaşı gördüm. Yanına gittim gözlerine baktım. O da bana manalı, sanki ben biliyorum dermiş gibi baktı. O konuşmadan ben dedim. Yine yanlış anladınız, yanlış yorumladınız değil mi dedim. Yo mo dediler ama gözlerinden okunuyordu. Onu bildiğim için açıklama gereği duymadım ve de şöyle bir soru sordum. Siz olsaydınız o çocuğa kıza yardım eder miydiniz? dedim. Hayır, ben şahsen etmezdim. Neden dedim. Sonuçta bir tanımadığımız bayan. Çevrede görenler yanlış anlayabilir dediler. Evet dedim tıpkı sizin anladığınız gibi dedim. Açıklama yapmadan yanlarından ayrıldım. Onların düşüncesi beni ilgilendirmiyor ne düşünürlerse düşünsünler. Önemli olan benim düşüncemdir. Ben kendimi biliyorum. Allah’ıma şükürler olsun. Ahmaklar, kendilerine güvenleri olmayan, çevrem ne der diyenler, lafa geldiklerinde Müslümanlıktan yana vaaz verenler, her insanı da kendileri gibi gören ahmaklar düşünsün.
İnanmak bir şeyin nasıl olduğu konusunda emin olmaktır. Tamamen kendi bakış açımıza göre oluşur. Özgüven sizin kendinize olan bakış açınızdır. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü hiç önemli değildir. Önemli olan sizin kendi hakkınızdaki duygu ve düşüncelerinizdir.
Başarılarla dolu bir hayatla, sıradan bir hayatı ayıran, aradaki farkı yaratan, inançlardır. Bizi başarıya da başarısızlığa da iten başımıza gelenler değil, inançlarımızdır.
Bir süre için alışın,
Bir süre tahammül edin.
Her zaman inanın
Ve hicbir zaman geri dönmeyin.
Gelin hep beraber bir karar verelim. Sabah uyandığımızda ellerimizi açıp çok şükür Allah’ım bugünde uyandım, sağlığım yerinde, sağlıklıyım deyip duamızı edelim. Olumsuzlukları beynimizden silip atalım. Nasıl ki bilgisayarımıza virüs girdiğinde format atıyorsak kendimize de bazen format atıp değişelim. Durumunuz ne kadar kötü olsa da her zaman olumlu düşünelim. Olumlu konuşalım. Edmund Spencer’in dediği gibi iyiliği, hastalığı, sefaleti, mutluluğu, zenginliği, fakirliği yaratan zihindir. Bizleri takip eden sadece düşüncelerimiz. Etrafımızdakilerle sorunlarınızı değil, çözümlerinizi ve fırsatlarınızı konuşun. Her zaman fırsatları arayın ve Allah’a hep inanın. Sabırlı olun. Bir kapı kapandığında diğer kapının açıldığını unutmayın. Zihniniz yorgun allak bullak ise hayatınızda yorgun allak bullaktır. Her şeyi yaratan zihindir. Yaşamınızda sağlık, mutluluk ve de başarı dileklerimle her şey gönlünüzce olsun. Yüreğinizdeki güzellikler ve de umudunuz hiç tükenmesin inşallah. Allaha emanet olun. Saygılarımla…
27 Nisan 2012 Cuma
KENDİNİ DEĞİŞTİR POZİTİF OL
Bir gün düşündüm bende sevdiklerime, hayata haksızlık ettiğimi fark ettim zaman geçiyordu. Günler, aylar, yıllar hızla ilerliyordu. Böyle devam etmemeliydi. hep olumsuzluklar, hep dert.
Değişmem gerekiyordu. Yaşıyorsam ayakta durmam gerektiğine inandım. Pozitif insanlardan aldığım destekle ve azimle değişmeye karar verdim. Bunu başarı ile hayatıma uyguladım. Şimdi kendimi daha mutlu,huzurlu ve enerji dolu hissediyorum. Artık hayata pozitif gözlerle bakabiliyorum. Hayat hepimizi sınıyor. Sabrımızı test ediyor. Sadece sabredenler, şükür edenler ödüllendiriliyor. İyiliği, hastalığı, sefaleti, mutluluğu, zenginliği, fakirliği, mutsuzluğu yaratan zihindir. İnsan istedikten sonra çaba sarf ettiğinde, inatla üzerine gittiğinde olumsuz özelliklerinden sıyrılabiliyormuş. Ben bunu geç de olsa öğrendim. Unutulmaktansa unutmayı da öğreneceksin. Bana bunu nasıl başardığımı arkadaşlarım soruyorlar. Pozitif olan insanlarla konuşun. Dert anlatan, dert yanan, başkalarının hakkında konuşanlardan uzak durun. Kendini sev, kendine saygı duy. Allah’ını unutma. Şükür et. Olumlu düşündükçe her şeyin Allah’tan geldiğine inanırsak, pozitif enerji yaydığını ve bu enerjinin ikiye katlanarak size döndüğünü göreceksiniz. Adamın biri gençken dünyayı değiştirmek istemiş. Sonra dünyayı değiştiremenin çok zor olduğunu anlamış ve ülkesini değiştirmeye karar vermiş. Ülke halkını da değiştiremeyeceğini fark edince kendi şehrini hedeflemiş. Yine değiştirememiş. Yaşlanınca ‘’Belki ailemi değiştirebilirim’’ diye düşünmüş, tabi ailesini de değiştirememiş ve sonunda diyor ki “değiştirebileceğim tek kişi benmişim” bunu gördüm. Geçte olsa bunu anladım. Oysa ben kendimi değiştirmiş olsaydım. Kendim ailemi,ailem çevremi, çevrem şehrimi, şehrim ülkemi, ülkem dünyayı değiştirebilirdi. Başkalarını değiştirmeye çalışmayın. Siz kendinizi değiştirebilirsiniz. Eflatun’a sormuşlar: İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir? Eflatun: Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ancak sağlıklarını geri almak için de kazandıklarını harcarlar. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar ancak hiç yaşamamış gibi ölürler. Yaşamı bekletemezsiniz. Yaşamda sizi beklemez.
Küçük bir kasabada barajın kapakları patlar büyük bir sel geliyordur. Komşusu hadi gel arabaya atla, kasabada kimse kalmadı diye komşusuna seslenir. Adam sen git Tanrı beni kurtarır der. Sular yükselmeye başlar. Yardıma gelen bir kayığa ve onun ardından gelen tekneye “Tanrı beni kurtarır” diyerek geri çevirir. Yardımlarını kabul etmez. Sular o kadar yükselmiştir ki sonunda evin bacasına çıkar. Kendisini kurtarmaya gelen helikopteri de aynı gerekçeyle uzaklaştırır. Sonra boğularak ölür. Tanrı katına yükselince, Tanrıya intizar eder. “Allah’ım sana güvenmiştim. Niçin benim dualarımı kabul edip beni kurtarmadın? Tanrı kendisine seslenir: “Denedim hem de çok denedim. Önce sana arabasıyla komşunu gönderdim. Sonra bir kayık ardından bir tekne ve son olarak bir helikopter gönderdim ama sen hiç birini kabul etmedin.”
Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın düşünmesini, dolayısıyla gelişmesini durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa bu yol asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.
Ait olmaktan daha fazlasını yapacaksın ( Katılacaksın)
İlgilenmekten daha fazlasını yapacaksın (Yardımcı olacaksın)
Hayal kurmaktan daha fazlasını yapacaksın (Çalışacaksın)
Öğrenmekten daha fazlasını yapacaksın (İlham vereceksin)
Kazanmaktan daha fazlasını yapacaksın (Kazandıracaksın)
Vermekten daha fazlasını yapacaksın (Olgunlaşacaksın)
Arkadaşlıktan daha fazlasını yapacaksın (Dost olacaksın)
Denemekten daha fazlasını yapacaksın (Başaracaksın)
Not: Güzel dostlarımla sohbet ederken bu düşüncelerimin bir kısmını sitemde paylaşmamı istediler. Onları kırmamak için bir şeyler yazmaya, karalamaya çalıştım. Okuduğum kitaplardan aklımda kalanları, kendi düşüncelerimi âcizane bir kısmını yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz. Saygılarımla…
Cengiz KÖNCÜ
9 Şubat 2012 Perşembe
GÜNÜMÜZ FİRAVUNLARI
Bilindiği gibi Firavun Mısır’ın ve mısırda bulunan bütün servetlerin sahibi olduğunu, bunlar üzerinde mutlak hak sahibi bulunduğunu iddia ediyor ve kendi kişiliğinin mısır toplumunun esas ve temeli sayıldığını söylüyordu. Onun kanunlarından başka hiçbir kanun olmazdı ve ondan başkası hak iddiasında bulunamazdı. Musa Aleyhisselamın can düşmanı olan firavun onu ve ona tabi olan İsrailoğullarını helak etmek için bu yüce peygamberin peşine düşmüş ve Hz musa (AS) cenab-ı hakkın sevkiyle Kızıldeniz kenarına kadar gelmiştir. Önlerinde düşman gibi deniz, arkalarında da deniz gibi düşman vardı. İşte bu dehşetli vaziyetteki Hz musa (A.S) asasını denize vurmuş ve ordusunu cenab-ı hakkın emriyle ikiye ayrılan Kızıldeniz’den geçirerek selamete ulaştırmıştır. Firavun ve askerleri, Kızıldeniz’i boydan boya kaplayan bu mucizeyi dehşetle görmüş, ancak kin ve düşmanlıklarını yenemeyerek takibe devam etmişlerdi. Sözde kendileri de ikiye ayrılmış olan denizden geçebileceklerdi. Nitekim deniz önceleri kapanmadı. Fakat Firavunun ordusu, dalgaların duvar gibi çevrelediği yolun ortasına geldiğinde, deniz birleşmeye başladı ve ordu, Firavun dahil tek bir kişi dahi kurtulamadan sulara gömüldü. Firavun tam boğulacağı sırada, inandım Allah’tan başka bir ilah yokmuş, artık ben de Müslümanlardanım dedi. Fakat Cenabı-ı Hak Firavunun imanını kabul etmemiş ve ona Cebrail (A.S) vasıtası ile şöyle hitap buyurmuştur. Ona, şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin. dedi.
Kral Nemrud’un da Firavundan kalır bir yanı yoktu. Kuraklık zamanında kendisinden zahire istemeye gelenlere “Rabbiniz kimdir?” diye soruyor, sensin demeyenlere bir şey vermiyordu. Bu yüzden herkesi hakimiyeti altına almıştı. Hz. İbrahim (as) ın insanları elleriyle yaptıkları putlara tapmaktan sakındırıp Cenabı-ı Hakk’a iman etmeleri için davet etmeye başlaması üzerine müthiş öfkelenmişti. Huzuruna çağırdığı Hz. İbrahim’e söyle bakalım senin Rabbin kim? Sen kime itaat ediyorsun? diye sormuştu. Bunun üzerine Hakkın davetçisi Hz. İbrahim (as) şu cevabı vermiştir. “Benim Rabbim o zattır ki, hem hayat verir hem öldürür. Hayatı vermek ve onu geri almak, sadece O’nun kudretine münhasırdır.” Bunun üzerine Nemrud kahkahayla gülerek şöyle demişti; “Bu da iş mi? Ben de hayat verir veya öldürebilirim. Madem Rab olmak bunlara bağlı, o halde Rab benim.”
Bu sözlerin ardından Nemrud iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerinin de hayatını bağışlamıştı. Daha sonra kibirlenerek; işte ben de öldürüp, hayat verdim. Rabbiniz o halde benim demişti. Bunun üzerine Hz. İbrahim (as) şöyle dedi; Benim Rabbim olan Allah, Güneşi şark cihetinden doğduruyor. Sen de batıdan doğdur da görelim. Eğer hakikaten Rab isen, bunda muvaffak olursun. Bu delil karşısında Nemrud hiçbir şey diyememiş, susup kalmıştı. Nemrud, Hz İbrahim (as) le sözle, mantıkla başa çıkamayacağını anlayınca onu ateşe attırmış fakat ateş Allah‘ın izniyle İbrahim Aleyhisselam’i yakmamıştı. Cenab–ı Hakk’ın peygamberini ateşe atacak kadar azgınlaşan Nemrud, ufacık bir sivrisineğin karşısında ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü. Nemrud artık sarayda odadan odaya kaçıyor, sivrisinekten kurtulmak için türlü türlü yollara başvuruyordu. Fakat sinek bir türlü kendisinden ayrılmıyordu. Bütün hizmetkarları, yalakaları, Nemrud’un etrafında pervane olmuşlar, onu sivrisineğe karşı korumaya çalışıyorlardı. Fakat bütün tedbirlere rağmen hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şey oldu. Sivrisinek Nemrud‘un burnundan içeri girdi. Nemrud’un burnundan giren sinek gidebildiği yere kadar gitmiş ve orada dönmeye başlamıştı. O andan itibaren Nemrud’da müthiş bir baş ağrısı başladı. Beyninde dolaşan sinek onu müthiş huzursuz ediyordu. Son çare olarak başını tokmaklattırmaya başladı. Vurun vurun diyor, sineğin beynine verdiği ıstıraptan tokmağın acısını duymuyordu. Başına tokmağın her inişinde daha hızlı vurun, daha hızlı diyordu. Başından kanlar akmaya başlamışdı. Fakat o aldırış etmiyor, başına vurdurmaya devam ediyordu. Bir yandan da başını duvarlara vuruyordu. Hiçbir şey kâr etmemişti. Nemrud, başına yediği tokmaklarla kendinden geçmişti, sivrisinek ise hala beyninde dönüyordu. Çok geçmeden çırpına çırpına can verdi. Ufacık bir sivrisinek, uluhiyet davası güden Nemrud’un hayatının son bulmasına sebep olmuştu.
Ebu Cehilinde Firavun ve Nemrud dan farkı yoktu. İslamın ilk döneminde peygamber efendimizin en azılı düşmanı ve Kureyş’in ileri gelenlerinden biri.asıl adı Amr b-Hişam el–Muğira olup önceleri Ebü’l–Hakem künyesiyle anılırken, Müslümanlar tarafından Ebu Cehil (cehalet babası) diye adlandırılmıştır. Mekke’deki Kureyş kabilesinin mahzumoğulları boyuna mensup olup Mekkeliler arasında büyük bir itibara sahip idi. Peygamber efendimizle aynı yaşlarda olan Ebu cehil, ilk anlarından itibaren İslam’a hep karşı çıkmıştır. İşkence yapanların en acımasızı idi. Peygamber efendimize ve özellikle güçsüz Müslümanlara var gücüyle düşmanlık gösterip eza ve cefalarda bulunmuştur. İslam’ın ilk iki şehidinden biri olan Ammar b yasir’in annesi Sümeyye, İslam düşmanı Ebu cehil tarafından hunharca öldürülmüştür. Hayatı boyunca İslam‘a karşı tüm faaliyetlerde başı çeken Ebu cehil, Müslümanların açlıktan dolayı ölümle karşı karşıya kaldıkları boykot uygulamasını şiddetle takip etmiştir. Boykotun kaldırılmasına karşı çıkmış; Hz peygamber’in hicretinden kısa bir süre önce Daru’n Nedve’de yapılan müzakerede her sülaleden seçilecek birer temsilcinin oluşturduğu bir fedai gurubu tarafından peygamber efendimizin öldürülmesini teklif etmiştir. Müslümanların, dinleri uğruna ev ve barklarını mal ve mülklerini, yurtlarını terk edip Medine’ye hicret etmelerinden sonra dahi her fırsatta İslam’a karşı düşmanlığını ortaya koyan Ebu cehil, Bedir savaşının çıkmasına da sebep olmuştur. Bedir’e vardığı zaman Hz peygamber’in sulh teklifini reddettiği gibi bizzat kendi ordusundan ileri gelen bazı kimselerin harbi önleme düşüncelerine şiddetle karşı çıkarak onları korkaklıkla itham etmiş ve harbi başlatmıştır. Ancak çarpışmalarda iki Medineli Müslümanın ağır darbelerine uğrayan Ebu cehil, hareketsiz bir şekilde savaş alanına düşmüş, ölmeden az önce de meşhur Sahabi Abdullah b –mes’ud tarafından kafası kesilerek Hz peygamber ‘e götürülmüş, cesedi Bedir’de müsrik ölülerinin atıldığı kuyuya (Kabibu Bedir) atılmıştır. Böylece bu ümmetin Firavun’u, Nemrud ‘u kabul edilen Ebu cehil “Rabbim Allah’tır” diyen insanlara İslam’a ve tevhid ahidesine karşı insaf ve insanlığa sığmayan düşmanlığın bedelini H.624 yılında hayatıyla ödemiştir.
Dünyanın dört bir yanında iktidarı elinde bulunduran aileler bir yolunu bulup kendilerini Allah’a bağlıymış gibi göstermeye çalışmış ve böylece siyasi iktidardan başka manevi bir iktidar da sağlayarak kendilerine tabiatüstü bir boyut vermek istemişlerdir. Bu gibi aile (yöneticiler) himayesindekilere kendini övdürür ve onların yalakalıklarıyla da ilah olduklarını sanırlar. Her ne kadar göklerin rabbinin konumuna sahip olmak gibi bir niyetleri yoksa da. Yeryüzünü Allah’a bırakmak istemezler ve gerçekte siyasi egemenliklerini pekiştirebilmek için bu konumu kullanmaktan çekinmezler. İktidarı elinde bulunduran bu Firavunlar, Nemrudlar, Ebu cehiller kendi halklarına da olmaz eziyeti, işkenceyi de yapmaktan geri kalmazlar. Günümüze baktığımızda bunların dünyada çok örneklerini ve sonlarının nasıl olduğunu görürüz. Firavunların, Nemrudların, Ebu cehillerin günümüzde her geçen gün sayıları artmaktadır. Ancak o kişiler Allah‘a inanmamışlar ve peygamberlerine olmaz eziyeti etmişlerdir. Zayıf insanlara işkence, zulüm ettikleri ortadadadır ve de inkâr etmemişlerdir. Göründükleri gibi olup, oldukları gibi görünmüşlerdir. Ancak şimdiki bazı insanların birçoğuna baktığımızda Allah, din ağızlarından düşmemekte Müslümanlığı lafta kimseye bırakmamakta, olmaz pislikleri yaparak, zayıf ve güçsüz insanları ezerek, hor görerek, iftira atıp dedikodu yaparak bir yerlere gelmişlerdir. Bizleri yöneten ve bizlere amirlik, memurluk, patronluk yapan bazı kişilerin o insanlardan ne farkı var. Onlarda devletin vermiş olduğu imkânlarla kendilerini ilah sanmakta, değişmektedir. Etrafındaki yalaka, yağdanlıkların “sen harikasın, sen muhteşemsin, sen geldin her şey yoluna girdi, her taraf mükemmel oldu” gibi sözlerle karşılarında el pençe divan durmalarıyla kendilerini eşsiz ve oranın hakimi sanırlar. Bu insanlar güçsüz, kendilerine boyun eğmeyen, yanlışlarına doğru demeyen, yalakalık yapmayıp sadece işini yapan, rüşvet yemeyen, dürüst insanlara olmaz eziyet ederler. İftirayla gerekirse işten atarlar. Başka illere sürgüne yollayıp, orada da eziyet görmesi için kendi zihnindeki insanlara baskı yaparak o zavallı insanların orada da huzursuz olmasını sağlarlar. Bunları da, etrafındaki yalakalara “bakın benle uğraşanların, bana karşı gelenlerin halini gördünüz” demeden de geri kalmazlar. Aslında yazılacak çok şeyler var ancak bazen susmak gerekiyormuş. Dürüstlüğün pirim yapmadığını, namussuzluğun pirim yaptığını öğrendim. Bazı insanları bir hırs almış gidiyor. Nereye kadar gidecek. Bir bilseler oysaki bu dünya ya kimler geldi, kimler gitti . Şu üç günlük dünyada ne bu hırs, bu serefsizlik, bu namussuzluk! Niye, neden bu insanlara pirim verilir. Eğer güçlüysen istediğini yapabilirsin. İstediğin kadar namussuz olabilirsin, Sorun yok. Çünkü yalaka çok. Paraya da mevkiye de makama da tapan çok. Eğer namusluysan diklenmeden, dik duruyorsan, her şey de çıkar aramıyorsan ancak zayıfsan senden kötüsü de yok. Eskiden yaşamış, en azından kendini belli etmiş Firavunları, Nemrudları, Ebu cehilleri arar olacağız. Ancak şimdiki Firavunlar, Nemrudlar, Ebu cehiller her geçen gün artmakta ancak tanınmamaktadırlar.
Zordur bataklık içinde temiz kalmak,
yalanın ve ihanetin ortasında dimdik durmak
ama hayatın koşuludur onurlu, temiz vicdanlı kalmak.
Hayat hepimizi sınıyor. Sabrımızı test ediyor. Sadece sabredenler ödüllendiriliyor. İyiliği, hastalığı, sefaleti, mutluluğu, zenginliği, fakirliği yaratan zihindir. Allah yardımcımız olsun. Gerçek bir Müslüman gibi yaşamak dileklerimle…