Translate

9 Şubat 2012 Perşembe

GÜNÜMÜZ FİRAVUNLARI

Bilindiği gibi Firavun Mısır’ın ve mısırda bulunan bütün servetlerin sahibi olduğunu, bunlar üzerinde mutlak hak sahibi bulunduğunu iddia ediyor ve kendi kişiliğinin mısır toplumunun esas ve temeli sayıldığını söylüyordu. Onun kanunlarından başka hiçbir kanun olmazdı ve ondan başkası hak iddiasında bulunamazdı. Musa Aleyhisselamın can düşmanı olan firavun onu ve ona tabi olan İsrailoğullarını helak etmek için bu yüce peygamberin peşine düşmüş ve Hz musa (AS) cenab-ı hakkın sevkiyle Kızıldeniz kenarına kadar gelmiştir. Önlerinde düşman gibi deniz, arkalarında da deniz gibi düşman vardı. İşte bu dehşetli vaziyetteki Hz musa (A.S) asasını denize vurmuş ve ordusunu cenab-ı hakkın emriyle ikiye ayrılan Kızıldeniz’den geçirerek selamete ulaştırmıştır. Firavun ve askerleri, Kızıldeniz’i boydan boya kaplayan bu mucizeyi dehşetle görmüş, ancak kin ve düşmanlıklarını yenemeyerek takibe devam etmişlerdi. Sözde kendileri de ikiye ayrılmış olan denizden geçebileceklerdi. Nitekim deniz önceleri kapanmadı. Fakat Firavunun ordusu, dalgaların duvar gibi çevrelediği yolun ortasına geldiğinde, deniz birleşmeye başladı ve ordu, Firavun dahil tek bir kişi dahi kurtulamadan sulara gömüldü. Firavun tam boğulacağı sırada, inandım Allah’tan başka bir ilah yokmuş, artık ben de Müslümanlardanım dedi. Fakat Cenabı-ı Hak Firavunun imanını kabul etmemiş ve ona Cebrail (A.S) vasıtası ile şöyle hitap buyurmuştur. Ona, şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin. dedi.

Kral Nemrud’un da Firavundan kalır bir yanı yoktu. Kuraklık zamanında kendisinden zahire istemeye gelenlere “Rabbiniz kimdir?” diye soruyor, sensin demeyenlere bir şey vermiyordu. Bu yüzden herkesi hakimiyeti altına almıştı. Hz. İbrahim (as) ın insanları elleriyle yaptıkları putlara tapmaktan sakındırıp Cenabı-ı Hakk’a iman etmeleri için davet etmeye başlaması üzerine müthiş öfkelenmişti. Huzuruna çağırdığı Hz. İbrahim’e söyle bakalım senin Rabbin kim? Sen kime itaat ediyorsun? diye sormuştu. Bunun üzerine Hakkın davetçisi Hz. İbrahim (as) şu cevabı vermiştir. “Benim Rabbim o zattır ki, hem hayat verir hem öldürür. Hayatı vermek ve onu geri almak, sadece O’nun kudretine münhasırdır.” Bunun üzerine Nemrud kahkahayla gülerek şöyle demişti; “Bu da iş mi? Ben de hayat verir veya öldürebilirim. Madem Rab olmak bunlara bağlı, o halde Rab benim.”

Bu sözlerin ardından Nemrud iki adamı getirtmiş, birini öldürmüş, diğerinin de hayatını bağışlamıştı. Daha sonra kibirlenerek; işte ben de öldürüp, hayat verdim. Rabbiniz o halde benim demişti. Bunun üzerine Hz. İbrahim (as) şöyle dedi; Benim Rabbim olan Allah, Güneşi şark cihetinden doğduruyor. Sen de batıdan doğdur da görelim. Eğer hakikaten Rab isen, bunda muvaffak olursun. Bu delil karşısında Nemrud hiçbir şey diyememiş, susup kalmıştı. Nemrud, Hz İbrahim (as) le sözle, mantıkla başa çıkamayacağını anlayınca onu ateşe attırmış fakat ateş Allah‘ın izniyle İbrahim Aleyhisselam’i yakmamıştı. Cenab–ı Hakk’ın peygamberini ateşe atacak kadar azgınlaşan Nemrud, ufacık bir sivrisineğin karşısında ne yapacağını bilemez duruma düşmüştü. Nemrud artık sarayda odadan odaya kaçıyor, sivrisinekten kurtulmak için türlü türlü yollara başvuruyordu. Fakat sinek bir türlü kendisinden ayrılmıyordu. Bütün hizmetkarları, yalakaları, Nemrud’un etrafında pervane olmuşlar, onu sivrisineğe karşı korumaya çalışıyorlardı. Fakat bütün tedbirlere rağmen hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şey oldu. Sivrisinek Nemrud‘un burnundan içeri girdi. Nemrud’un burnundan giren sinek gidebildiği yere kadar gitmiş ve orada dönmeye başlamıştı. O andan itibaren Nemrud’da müthiş bir baş ağrısı başladı. Beyninde dolaşan sinek onu müthiş huzursuz ediyordu. Son çare olarak başını tokmaklattırmaya başladı. Vurun vurun diyor, sineğin beynine verdiği ıstıraptan tokmağın acısını duymuyordu. Başına tokmağın her inişinde daha hızlı vurun, daha hızlı diyordu. Başından kanlar akmaya başlamışdı. Fakat o aldırış etmiyor, başına vurdurmaya devam ediyordu. Bir yandan da başını duvarlara vuruyordu. Hiçbir şey kâr etmemişti. Nemrud, başına yediği tokmaklarla kendinden geçmişti, sivrisinek ise hala beyninde dönüyordu. Çok geçmeden çırpına çırpına can verdi. Ufacık bir sivrisinek, uluhiyet davası güden Nemrud’un hayatının son bulmasına sebep olmuştu.

Ebu Cehilinde Firavun ve Nemrud dan farkı yoktu. İslamın ilk döneminde peygamber efendimizin en azılı düşmanı ve Kureyş’in ileri gelenlerinden biri.asıl adı Amr b-Hişam el–Muğira olup önceleri Ebü’l–Hakem künyesiyle anılırken, Müslümanlar tarafından Ebu Cehil (cehalet babası) diye adlandırılmıştır. Mekke’deki Kureyş kabilesinin mahzumoğulları boyuna mensup olup Mekkeliler arasında büyük bir itibara sahip idi. Peygamber efendimizle aynı yaşlarda olan Ebu cehil, ilk anlarından itibaren İslam’a hep karşı çıkmıştır. İşkence yapanların en acımasızı idi. Peygamber efendimize ve özellikle güçsüz Müslümanlara var gücüyle düşmanlık gösterip eza ve cefalarda bulunmuştur. İslam’ın ilk iki şehidinden biri olan Ammar b yasir’in annesi Sümeyye, İslam düşmanı Ebu cehil tarafından hunharca öldürülmüştür. Hayatı boyunca İslam‘a karşı tüm faaliyetlerde başı çeken Ebu cehil, Müslümanların açlıktan dolayı ölümle karşı karşıya kaldıkları boykot uygulamasını şiddetle takip etmiştir. Boykotun kaldırılmasına karşı çıkmış; Hz peygamber’in hicretinden kısa bir süre önce Daru’n Nedve’de yapılan müzakerede her sülaleden seçilecek birer temsilcinin oluşturduğu bir fedai gurubu tarafından peygamber efendimizin öldürülmesini teklif etmiştir. Müslümanların, dinleri uğruna ev ve barklarını mal ve mülklerini, yurtlarını terk edip Medine’ye hicret etmelerinden sonra dahi her fırsatta İslam’a karşı düşmanlığını ortaya koyan Ebu cehil, Bedir savaşının çıkmasına da sebep olmuştur. Bedir’e vardığı zaman Hz peygamber’in sulh teklifini reddettiği gibi bizzat kendi ordusundan ileri gelen bazı kimselerin harbi önleme düşüncelerine şiddetle karşı çıkarak onları korkaklıkla itham etmiş ve harbi başlatmıştır. Ancak çarpışmalarda iki Medineli Müslümanın ağır darbelerine uğrayan Ebu cehil, hareketsiz bir şekilde savaş alanına düşmüş, ölmeden az önce de meşhur Sahabi Abdullah b –mes’ud tarafından kafası kesilerek Hz peygamber ‘e götürülmüş, cesedi Bedir’de müsrik ölülerinin atıldığı kuyuya (Kabibu Bedir) atılmıştır. Böylece bu ümmetin Firavun’u, Nemrud ‘u kabul edilen Ebu cehil “Rabbim Allah’tır” diyen insanlara İslam’a ve tevhid ahidesine karşı insaf ve insanlığa sığmayan düşmanlığın bedelini H.624 yılında hayatıyla ödemiştir.

Dünyanın dört bir yanında iktidarı elinde bulunduran aileler bir yolunu bulup kendilerini Allah’a bağlıymış gibi göstermeye çalışmış ve böylece siyasi iktidardan başka manevi bir iktidar da sağlayarak kendilerine tabiatüstü bir boyut vermek istemişlerdir. Bu gibi aile (yöneticiler) himayesindekilere kendini övdürür ve onların yalakalıklarıyla da ilah olduklarını sanırlar. Her ne kadar göklerin rabbinin konumuna sahip olmak gibi bir niyetleri yoksa da. Yeryüzünü Allah’a bırakmak istemezler ve gerçekte siyasi egemenliklerini pekiştirebilmek için bu konumu kullanmaktan çekinmezler. İktidarı elinde bulunduran bu Firavunlar, Nemrudlar, Ebu cehiller kendi halklarına da olmaz eziyeti, işkenceyi de yapmaktan geri kalmazlar. Günümüze baktığımızda bunların dünyada çok örneklerini ve sonlarının nasıl olduğunu görürüz. Firavunların, Nemrudların, Ebu cehillerin günümüzde her geçen gün sayıları artmaktadır. Ancak o kişiler Allah‘a inanmamışlar ve peygamberlerine olmaz eziyeti etmişlerdir. Zayıf insanlara işkence, zulüm ettikleri ortadadadır ve de inkâr etmemişlerdir. Göründükleri gibi olup, oldukları gibi görünmüşlerdir. Ancak şimdiki bazı insanların birçoğuna baktığımızda Allah, din ağızlarından düşmemekte Müslümanlığı lafta kimseye bırakmamakta, olmaz pislikleri yaparak, zayıf ve güçsüz insanları ezerek, hor görerek, iftira atıp dedikodu yaparak bir yerlere gelmişlerdir. Bizleri yöneten ve bizlere amirlik, memurluk, patronluk yapan bazı kişilerin o insanlardan ne farkı var. Onlarda devletin vermiş olduğu imkânlarla kendilerini ilah sanmakta, değişmektedir. Etrafındaki yalaka, yağdanlıkların “sen harikasın, sen muhteşemsin, sen geldin her şey yoluna girdi, her taraf mükemmel oldu” gibi sözlerle karşılarında el pençe divan durmalarıyla kendilerini eşsiz ve oranın hakimi sanırlar. Bu insanlar güçsüz, kendilerine boyun eğmeyen, yanlışlarına doğru demeyen, yalakalık yapmayıp sadece işini yapan, rüşvet yemeyen, dürüst insanlara olmaz eziyet ederler. İftirayla gerekirse işten atarlar. Başka illere sürgüne yollayıp, orada da eziyet görmesi için kendi zihnindeki insanlara baskı yaparak o zavallı insanların orada da huzursuz olmasını sağlarlar. Bunları da, etrafındaki yalakalara “bakın benle uğraşanların, bana karşı gelenlerin halini gördünüz” demeden de geri kalmazlar. Aslında yazılacak çok şeyler var ancak bazen susmak gerekiyormuş. Dürüstlüğün pirim yapmadığını, namussuzluğun pirim yaptığını öğrendim. Bazı insanları bir hırs almış gidiyor. Nereye kadar gidecek. Bir bilseler oysaki bu dünya ya kimler geldi, kimler gitti . Şu üç günlük dünyada ne bu hırs, bu serefsizlik, bu namussuzluk! Niye, neden bu insanlara pirim verilir. Eğer güçlüysen istediğini yapabilirsin. İstediğin kadar namussuz olabilirsin, Sorun yok. Çünkü yalaka çok. Paraya da mevkiye de makama da tapan çok. Eğer namusluysan diklenmeden, dik duruyorsan, her şey de çıkar aramıyorsan ancak zayıfsan senden kötüsü de yok. Eskiden yaşamış, en azından kendini belli etmiş Firavunları, Nemrudları, Ebu cehilleri arar olacağız. Ancak şimdiki Firavunlar, Nemrudlar, Ebu cehiller her geçen gün artmakta ancak tanınmamaktadırlar.

Zordur bataklık içinde temiz kalmak,

yalanın ve ihanetin ortasında dimdik durmak

ama hayatın koşuludur onurlu, temiz vicdanlı kalmak.

Hayat hepimizi sınıyor. Sabrımızı test ediyor. Sadece sabredenler ödüllendiriliyor. İyiliği, hastalığı, sefaleti, mutluluğu, zenginliği, fakirliği yaratan zihindir. Allah yardımcımız olsun. Gerçek bir Müslüman gibi yaşamak dileklerimle…